Halkın ekmek sorunu büyüyor

0
210

Türkiye’de mevcut tarımsal mülkiyet yapısına dokunulmadan ve piyasa ekonomisinin işleyişini önemsizleştirecek müdahaleler yapmadan halkın ekmeğinin güvence altına alınması mümkün değil.

İki yıl önce bu günlerde, metropollerde semt meydanlarında tanzim satış tezgâhları kurulmaya başlanmıştı.

Hatırlayalım: 2018 yazında yaşanan kur sıçramasının sonbahar boyunca gıda fiyatlarına yansımasının ardından 2019 Mart’ında gıda fiyatlarında enflasyon etkisinden arındırılmış artış yüzde 9’ü, yaş sebze ve meyvede yüzde 43’ü bulmuştu. AKP’nin tanzim satış noktaları hamlesi yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara’yı kaybetmemek için son bir çırpınıştı (zaten yerel seçimlerin ertesi günü utanmazca tezgâhları sökmeye başladılar) ve işe yaramadı. Öte yandan, o dönemde Türkiye’nin yoksul emekçilerinin bir şansı dünya gıda fiyatlarının görece düşük seyrediyor olmasıydı.

Şimdi ise, geçtiğimiz Kasım ayı başında damat bakanın istifasıyla sonuçlanan düşük faiz-yüksek kur inatlaşmasının üstüne; bir ölçüde 2020’nin kurak geçmesi, bir ölçüde de pandeminin tedarik zincirlerinde yarattığı aksaklıklardan kaynaklı yükselen gıda fiyatları binmiş durumda. AKP’nin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Halk Ekmek üzerinden halka ucuz ekmek satmasını engellemeye çalışması yaklaşan sıkışmayı görmelerinden kaynaklanıyor. Türkiye kendine yetecek miktarda buğday üretemiyor, eksiği ithalatla kapatmak zorunda kalıyor ve bir noktada dünya gıda fiyatlarındaki artış ile kur artışının toplam etkisinin ekmek fiyatına yansıtılması gerekecek.

Sevgili Orhan Gökdemir birkaç gün önce “Ekmek ve Devrim” başlıklı bir yazı kaleme aldı soL’da: “Açlık tuhaf fikirlere yol açar, ortalık devrim kokar!” diye yazdı, haklıdır. AKP’nin esas telaşı CHP’ye oy kaptırmamak olabilir, Ekrem İmamoğlu ise gerçek bir sosyal demokrat olarak işini yapmakta, düzenin bir deliğini yamamaya çalışmaktadır. Öte yandan delik, yamayla kapanacak gibi görünmüyor, bu yüzden gelin, önce rakamlara bakalım…

Yüksek Kur-Yüksek Fiyat Kıskacı

Yukarıdaki grafiğin sol ekseninde, dünya gıda fiyatları ve bunun içinde özel bir grup olarak tahıl fiyatları endeksi sunuluyor. Enflasyondan arındırılmış fiyatları gösteren bu endeks her ay Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü (FAO) tarafından yayınlanıyor ve dünya çapında gıda nesnelerinin toptan fiyatlarının seyrini izlememizi sağlıyor. Bu endeks son altı aydır her ay üst üste artış gösterdi ve bilhassa en temel gıda nesnesi olan tahılların fiyat düzeyi 2020’nin son ayında 2013 Haziran’ından bu yana en yüksek düzeye ulaştı.

Bunun bir dizi sebebi var. Birincisi, dünya tahıl üretimi hemen her yıl artış gösterse de, gerek genel nüfus artışı, gerekse Çin kaynaklı talep artışı fiyatlarda bir yükselme basıncı oluşturuyor. Bunun üzerine, 2020 yılının beklenmedik şekilde kurak geçmesi üretim azalması olmasa da artışının hayli düşük olmasına sebep oldu. Bütün bunların yanı sıra pandemi koşulları tüm ülkelerde bir teyakkuz hali yarattı ve önemli buğday ihracatçıları iç piyasalarını güvence altına alma konusunda daha hassas davranıyor. Bunun son örneği olarak geçtiğimiz günlerde Rusya, 15 Şubat-1 Mart arasında buğday ihracatına ton başına 25 avro olarak belirlediği vergiyi 1 Mart-1 Haziran döneminde 50 avroya yükseltti. TMO’nun son buğday ihalesinde ton başına yaklaşık 250 avro gibi bir fiyat oluştuğu düşünülürse, verginin ciddiyeti daha iyi anlaşılacaktır.

Grafikteki kur verileri ise şu açıdan önemli. Türkiye yıllardır buğday ithal ediyor. Bir miktar unlu mamul ihraç ediyor olması, ülkenin buğday ihtiyacını kendi üretimiyle karşılayamıyor olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Dolayısıyla bilhassa kurda yaşanan keskin artışları takip eden dönemlerde en temel gıda nesnesi olan buğdayın toplam fiyatında bir artış oluyor. Fırıncıların “ekmeğe zam yapmamız lazım” homurtuları bu yüzden artıyor. Halkın ekmeği, devletin sorumluluğu değil piyasanın insafına kaldığı için, olumsuz fiyat dalgalanmalarının etkisi ya fırıncıların kârından ya halkın kursağından kesilmek zorunda. Şimdilik, bu TMO kullanılarak, ithalatla öteleniyor, ancak Merkez Bankasının döviz rezervlerinin tükendiği, ülkenin dış borcunu nasıl çevireceğinin sürekli tartışıldığı bir ortamda yılda birkaç milyar dolarlık buğday ithalatı da giderek bir “lükse” dönüşüyor.

Piyasa karın doyurmaz

Türkiye liberali gerçekten dünya liberal ortalamasının üzerinde kafasız. İki ay önce İstanbul ve Ankara’da belediyenin sübvansiyonlu ekmek satışları gündeme geldiğinde “kimsenin ekmek parasını sübvanse etmek zorunda değilim” gibi şahane cümleler kuruyorlardı. Oysa şu an Türkiye kapitalizminin bekası belki de bir ölçüde ekmek sübvansiyonuna dayanıyor.

Mesele şu: Türkiye tarımında buğday üretimi iyi gelir getirmiyor. Bunun bir sebebi daha yüksek gelir getirebilecek görece “lüks” ürünlerin (bilhassa yaş meyve ve sebze) üretilebilme olanağı. Daha önemli olan ve özel mülkiyete dokunulması gerektiği için pek konuşulmayan diğeri ise tarım topraklarının mülkiyet durumu. Türkiye’de iki milyonun üzerinde tarım işletmesi bulunuyor. Meralar hariç toplam tarım alanının 230 milyon dekar olduğu düşünüldüğünde, bu toprak işletmeler arasında eşit paylaşılsa dahi (ki tabii eşit paylaşılmıyor) işletme başına yüz dekardan biraz fazla toprak düşüyor. Bu yetmezmiş gibi, topraklar tek parça değil, ortalamada işletme başına 7 parsele bölünmüş durumda.

Haliyle, teknik nedenlerden de dolayı geniş ve tek parça arazide üretildiğinde birim maliyeti düşen tahıl Türkiye’de çiftçiler tarafından tercih edilen ürün olmaktan çıkmış durumda. 2000’li yılların başında 93 milyon dekar civarında ekilen buğday, 2019 yılında 68 milyon dekar ekildi. Bu süre zarfında dekar başı verim bir miktar artsa da Türkiye buğday üretimi 20 milyon tonu pek geçmiyor ve ülke buğday ithal etmek zorunda kalıyor.

Buğday ithal etmenin kuşkusuz AKP iktidarı açısından can sıkıcı bir ideolojik yanı var. 2018 sonlarında tarım bakanı Pakdemirli “paramız var ki ithal ediyoruz” diye bir kez efelenmişti ama herhalde birileri uyardı ki benzer sözleri tekrarlamıyor. CHP ise ne özel mülkiyete ne de Türkiye’nin emperyalist şirketlerin pazarı haline gelmesine kökten karşı çıktığı için konuya dair bilgili vekillerinden Kaytancıoğlu’nun ağzından “buğday ithalatı yapmak kendi çiftçimize vermediğimiz parayı başka ülkelerin çiftçisine vermektir” diyor.

Türkiye’nin son 95 bin tonluk ithalatının 25 binini Cargill, 45 binini Rolweg, 25 binini Orsett tekelleri tedarik etti. Bu tekellerin Türkiye’nin vermek zorunda kaldığı fiyat farkını Rusya ya da Ukrayna’nın yoksul çiftçilerine koklattığını düşünen varsa, kapitalist piyasanın nasıl işlediğinden hiç haberi yok demektir.

Çözüm nerede?

Türkiye’de mevcut tarımsal mülkiyet yapısına dokunulmadan ve piyasa ekonomisinin işleyişini önemsizleştirecek müdahaleler yapmadan temel gıda üretiminin, yani halkın ekmeğinin güvence altına alınması mümkün değildir.

Bugün AKP, Türk patronlar için Sudan’da, Nijer’de toprak kiralama peşinde koşuyor ama bu topraklar da öncelikle temel gıda üretimi için değil, ticari ürünlerin üretiminde kullanılacak.

Ekmek sorununun çözümü, temel gıda üretim ve dağıtımının tamamen devletleştirilmesiyle mümkündür. Çünkü sosyalizmde tüm tarım topraklarının kullanımı tek bir merkezden planlanmış olacağı gibi, aynı zamanda tarımsal üretimi her biri neredeyse bir apartman dikilebilecek kadar küçük arazilere parçalayan özel mülkiyet saplantısı da son bulmuş olacak.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz